‘’Ben buradayım sevgili okurum, sen neredesin?’’(Oğuz Atay)
Teğet geçmem gereken bir cümle arayışındayım madem kendimle dalga geçmenin yansıması olan her özlemle doluyum ve yüreğin sahafı iken okumaya dair bunca kitap ve milyonlarca cümle seğiren gözlerimde raks ediyor göz bebeklerim ve günü de ömrü de imla hataları ile doldurmanın keyfini sürüyorum.
Yoğun geçen bir ömür mü desem?
Yoksa titri mi desem hayallerin hani solunumu duran hani ötenazi yapmak zorunda kaldığım dünde kaykılan bir eksende dik durmanın da inzivaya çekildiği bir düş gibi uyuya uyuya büyüttüğüm içimdeki çocuk ve hala nazlı hala nazı niyazı sökün eden belki de nazar boncuğudur içimde bir yerde takılı.
Umudumun sarkacında.
Uykumun da sarnıcında.
Ait olmadığım bir yüzyılda yaşamanın verdiği farkındalıkla ve peşine düştüğüm yazarlar, kalemleri ve dünyalarına yolculuk etmenin verdiği o asil duygu ile reddi güç kabulü güç bir mutluluğun da halkalarına yeni ve benden bir halka eklemek adına haydan gelen mutluluğun huya gittiği.
Sözcüklerimi dizlerin bağı çözülüyor işte ve sürüncemede kalan tüm duyguları sıralıyorum kara kutuya ve alt belleğim iken yüreğimi de ihlal eden ve beynime verdiğim komutlarla hadiseyi anlamaya çalışıyorum ve anlamadan anlatıyorum elbet derdi tasası bana düşüyor anlamadıklarımın.
Yana yakıla geçen bir ömür olması değil de hani mevzu bahis aslında konu benim hayatım da değil ya da mutumu kaybettiğim ve nifak sokan iblise gözdağı veren bir elemle satır başı yapmak adına yola koyulduğum bazen rengi solan doğanın hala tebessüm ehli olabildiğine vakıf yeniden gülümsemeyi şart koştuğum kaderimde saklı iken mucizelerin varlığına duyduğum inançla beklemeye aldığım iç sesim ve kalemim.
Yorgun ruhumun hezeyanları ve büyüyen göz bebeklerim ve içine düştüğüm o kaos oysa ne karanlık ne dağlık taşlık ne de terk edilmiş bir bölge içimde saklı o devasa tarla ve sözcüklerimi nadasa alıp gün boyu dökülen inciler geceyi de aydınlık kılmanın mucizevi farkındalığı ile kendimi teslim ettiğim bir rahmet adeta.
‘’Bu not okunmasın ya da okunduktan sonra unutulsun isterdim.’’(Alıntı)
Bir mucize ise alıntının mahiyeti; bir redifse içime akıttığım gözyaşı ve işte dualarımın karşılık bulduğu her gece yarısı ve günü nöbette geçirdiğim ve ömrü de tenhalarda belki de bu yüzdendir içinde yaşadığıma dair geliştirdiğim o kehanet: hani devasa bir lahit ve içimle dışımla kaybolduğum dünyanın da merkezi iken içine çekildiğim o devasa koza ve gönül gözümün yaşamasına izin veren Yaratan sayesinde yüreğimle sevdiğim dünya dolusu insan her biri de saklı iken Allah katında.
Mevzu bahis olan her şey ya da hiçbir şey.
Sözcüklerime kefil olduğum bir merdiven belki de kat çıktığım yukarıya doğru bakıp da aşağıda kalanları unuttuğum sonra da yazıp kendimden firar ettiğim aslında kendimle yaptığım o istişare sayesinde yeni bir ben’in doğmasına dair bulunduğum isteklerin de bir şekilde onaydan geçtiği.
Yaşarken duraksadım ya, yazarken?
Yazarken kurguladığım üstelik düşünmeden ve kalemden damlayan yüreğim yeniden doğumun b/eşiğinde kocaman bir ayraç koyduğum önceki hayatım ve sonranın bir mucize olduğuna delalet sıralı sırasız ölümlerden de payıma düşen.
Gönyem kırık açıölçerim de.
Acılarım sıra dışı ve açısı değişken.
Kanadım kırık ya da aralıksız çırptığım ve gönlümden akanı Nisan tasında sakladığım aslında hazan mahsulü bir günü b/öldüğüm sonra içimi dilimlediğim sonra da idam sehpasında beklettiğim şiirlerim ve son zamanlarda yazıp yazıp sildiğim divane maruzatlarım üstelik zaman ve mekân tanımadan yaşayıp da uçuşan varlığımla boyut üstü bir farkındalık ile kaç boyutlu bir b/akış getiriyorsam hayata.
Tanrısal bir boşluksa insanları korkutan.
Ve Allah rızası için yaşayıp huzuruna çıktığım her dua vakti hele ki içimin t/aşkınlarında dur durak bilmeden üzülüp bir yandan da umuda vesile olan vecizlerim, kayıp rotam kayıp notam ve denklemin bozulan eşitliğinden kaçışan bilinmezler ve x, y ekseninde hala belirleyemediğim koordinatları mutluluğun ve keşfe çıktığım he uyku vakti aslında uydusu iken alt belleğim.
Mızrap kırık madem.
Mabedim de darmadağın hali hazırda.
Matem esintisinde menkıbeler savurduğum bir düş geçidinde doğrularla el sıkıştığım.
‘’Bizlerin korkusu, geçmişin de elimizden alınması olasılığından kaynaklanıyor muydu?’’ (E. Batur)
Yanlışa düşmekle öykünen doğrular ve muhatabı iken insanın yine kendisinde saklı olan dosyalar ve tıklım tıklım aklımın rafları: az sonra elime alacağımın bir kitabın ilk kırıntılarından örtülü ödenek olarak ayırdığım yetmedi düş çekmecemde misafir olan güzel hayallerin de yere göğe sığamadığı ve gerçek mutluluğun anlamına hala vakıf olamadığım.
Geçiştirmeye çalışsam da çoğu geçirgen olmayan bir yüzeyde sonsuza kadar asılı her detay ve mutlak mutluluğun dokunuşları adeta ömrün defteri kebiri iken bir bir not aldığım ve üniversite yıllarından kalma onca devasa t-cetveli ve her nasıla mesleğime olan uyumsuzluğumla barışamadığım yeni mesleklere kanat açıp da hayallerimin kısa sürede hezimete uğradığı…
Merhum Oğuz Atay’ın hayalindeki dünyayı merak ederken ve hayatının merkezine oturttuğu ideaları ve totemleri ile önümde açılan yeni bir kapı elbet yazarın izini ve gizini sürdüğüm üstelik payıma düşen daha da çok şeyin olduğu.
Telaşla yazan ve yaşayan bir yazar ve ölümünden sonra tanınan elbet mucizeler ölüm sonrası da insana ikram edilebilirken onun telaşını kolaylıkla anladığım ve irdelediğim gerçeği çok da izafi bir eksene mahal verirken.
Bir örüntü ise hayat ve nereden bakıp neyi nasıl gördüğümüze ilişkin bir çabayı gerektiriyorsa ve bıkıp usanmadan umut eden bir neferi olmak öykünün ve yazılası öykülerin rüzgarı içimizdeki sıcak iklimi serinletirken bir o kadar yazdan kalma bir günde üşümenin olası olduğu ve atlattığımız badirelerden bizi bize sunan ve ölümün sularında boğulmaktan ötesi saklı iken bir handikap olarak ta içimizde.
Şehrin sönük vedası güne.
Günün taşkınları geceyi sele boğan.
Ve endamlı yürekler peşinde aslında kendimize takılı kaldığımız.
Bir surat ifadesi iken çatık kaşların asılı olduğu ve bazen bir selam çok şeyin yerin kolaylıkla tutarken.
Kırağı çalan bir gecenin tasfiyesi.
Gün bazlı bir sevda masalı.
Yanıp sönen şehrin ışıkları belki de köprünün ayaklarının tabanlarının yandığı hala resmigeçit yapan bir konvoy aslında bayram değil seyran değilken neye öykündüysek bariz bir şekilde mutluluk ve huzur inancın bağrında saklı iken.
Üşüşen imgeler.
İn cin top oynarken aklın koridorlarında ve serenadın bitimsiz nüktesi.
Ve işte düzende saklı o düzensizlik belki de şerit değiştiren duygulardan yarına uzanan bir köprü gibi yüreğin sebilinden akan suya duyduğumuz hasret ve rahmetin de iz düşümü iken durduk yere asla da mümkün olmayan bir heyecan ve neyin neyden ibaret olduğunu kestiremezken vuku bulan bir mucize…
Doğurgan mucizeler birbirine yankı yapan ve devasa taslağı umudun ve işte akan trafikte yolun ortasında duran bir arabadan fırlayan sürücüsü mevsimin üstelik göğe nispet yapan rüzgâr gibi içinin dağınıklığında günü teğet geçen bir bilinmezden firar eden düş kırıntıları gibi havanın ağırlığını yok eden hafiften yağan yağmur geceyi de köprüyü de insanı da her türlü sıkıntıdan azat eden ve kurtaran bir münazara üstelik kıblesinde saklı bunca duanın da bir neticesi iken yarına dair…