Kolay olmadığını söyleyemem ve de kaygı eşiğimin seviyesinde neye denk düştüğümü de bilmez iken.
Renklerin asılı kaldığı gökyüzü pervazında doğan güneşi de sevip en geç sabahın beşinde uyanmanın da kolay olmadığını belirtmeliyim.
Lakin ev ile okul arasındaki mesafe sadece on dakikalık bir yürüyüşe tekabül ederken sadece ders çalışmak adına da saati illa ki beşe kurardım ve şeşi beş gözlerimle ufacık bedenimle ve daha şimdiden gözlerimin bozulduğunu da itiraf etmeliyim elbet bunu fark eden de sevgili kimya öğretmenim Şule Hanım iken.
Sakin bir çocuktum oldukça uslu ve itaatkâr bir de sevgi arsızı ve tüm yaptığım buydu işte: ders çalışmak ve oyunbaz mizacımla okul sınıf arkadaşlarımla gününü gün etmek. Sakın da yanlış anlamayın çünkü tek yaptığım teneffüslerde öğretmen kürsüsüne çıkıp avaz avaz bağırmaktı:
‘’Seviyorum herkesi ve sizi.’’
Tombul bacaklarımla kürsüye çıkıp inerken elbet düşme tehlikesi geçirdiğim akabinde ayak izlerimi silmek adına yoğun çaba harcadığım.
Bir şeyleri ve birilerini sevme ihtiyacı hissediyordum sadece ve genelde alaya alınsam da umurumda değildi.
Ve yoğun ders programımız.
Hazırlık öğrencisi iken fark etmeden nasıl da ısınmış ve kabullenmiştim ders çalışmayı ve rahmetli Barış Manço’nun şarkısıyla nasıl da özleşmiştim gerçi az da kızmazdım hani ‘’eşek’’ sıfatıyla eşleştirilmeyi sonuçta yanlış bir şey yapmıyordum.
Okulum her şeyimdi ailemden sonra zaten çok da huzurlu bir aile sayılmazdık ve tartışmalar ne sebeple çıkarsa çıksın ev halkını kendi haline bırakıp odama koşardım. Müzik çok şey katıyordu bana üstelik ve kasetçalarımı sonuna kadar açar evdeki hır gürü de duymazdan gelirdim.
Eğitimci bir ailenin çocuğu olmak kolay değildi aslında rahmetli babam zor bir insandı ve hayli baskıcı nerede ise okuldan iki ya da üç dakika geç geleyim direkt müdürü arardı bizimkiler.
Sınıf arkadaşlarım vazgeçilmezimdi ve biz üç kafadar hayli iyi vakit geçirirdik. Ah, keşke dersleri can kulağı ile dinleseydim lakin serde ergenlik var bir de kavak yelleri esti mi başımızda.
Hayat hep güzeldi benim için biraz da zor ama mutlu bir çocuktum ve eğitimin önemini kavrayacak kadar da aklı başında elbet muzipliklerimi saymazsak.
Ve okulun en popüler çocuğu ve ben adını bildiğim kendini bilmediğim bir duyguya tutulmuştum ve nice zaman sonra anlamıştım ki; bunun adı aşktı.
Yan sınıftaki sevgili arkadaşım hayır, onun da bundan haberi vardı ama hiç de belli etmezdi ve işte mutluluğun formülü burada saklıydı:
Sevgi.
Arkadaşlık.
Aşk.
Azıcık yaramaz.
Dört göz.
Ve inek tabir edilen akla zarar bir çocuktum ben.
Biraz da toplu ve işte ergenlik ilk meyvelerini vermişti ve ben inanılmaz bir açlık grevine başlamıştım liseye gelene kadar otuz kilo kaybetmiştim bile.
Obez olmasam bile iştahlı idimve yemek yemeyi çok sevdiğim göz ardı edilemezdi ve ben beni sevdiklerine inandığım sınıf arkadaşlarım ve otoriter öğretmenlerim sayesinde bir şeyden vazgeçmiştim: yemek yemekten.
Bu kolay mıydı benim için?
Hiç de kolay değil üstelik ilerleyen yaşlarımda beni bekleyen sinsi bir tehlike vardı adını şimdi anmak bile istemediğim.
Nefsimle ilk tanıştığım yıllar ve artık yemek yemeği çıkarmıştım hayatımdan ve boş mideyle geçen eğitim hayatım ve aldığım takdir belgeleri ve iyi derecelerle mezun olduğum.
Okumayı hep sevmiştim bu anlamda açlığımı eğitimle ve sevgiyle gideriyordum.
Herkes beni seviyordu.
Değil sormak aksi aklıma dahi gelmemişti.
Gerçi sınıf arkadaşlarım için ben yemek yemekten vazgeçmiştim ama ve ben onları öylesine kabullenmiştim ki ve çocuk aklımla sevilip sevilmediğimi asla sorgulamadım.
Okul dışında sosyal bir hayatım yoktu bu yüzden çok kıymetli idi arkadaşlarım ve derslerim ve müzik ve hayallerim elbet o çocukça sevdiğim çocuk.
Lise sonu da atlattım mı bir de üniversiteye kapak attım mı…
Çorap söküğü gibi idi her şey ve okul bitmiş üniversiteli olmuştum.
Her şey daha dün gibi ve hayatında bir kere bile ikmale kalmayan bendeniz şimdi inanın ki ben de anlamıyorum rüyama girenleri.
Sağ salim okuyup diplomamı almış olduğum halde son birkaç senedir rüyalarımda saklı tek bir durum tespiti var sık sık rüyama giren.
Ben lise sondayım ve asla okulu bitirememe kaygısı ile her gece ecel teri dökerken…
Sözüm ona yaz tatili sona eriyor ve koşa koşa okula gidiyorum rüyalarımda.
Sınıfa bir giriyorum ki: bana kimse sırasında yer ayırmamış ve ayakta kalıyorum illa ki.
Derken birini gözüme kestirip yanına ilişiyorum elbet kabul etmiyor.
Derken dersin hocası tahtaya geçip anlatmaya başlıyor oysa benim ne oturduğum bir sıra var ne de tahtayı görüyorum defterim dahi yokken ve öğretmenimiz benden kahve alıp getirmemi istiyor.
Hayda.
İşin yoksa sınıftan çık kantine git…
Aralıksız gördüğüm bir rüya nereden kaynaklandığını henüz anlamadığım…
Hem öğrenci olmayı sevdiğim hem de bir an evvel mezun olmak istediğim ve üzerinden onlarca yıl geçmişken kaygı içindeyim uykumda ve rüyalarımda.
Freud ile karşılıklı konuşmayı çok isterdim ve buna imkan olmadığı için aralıksız alt bilincimle kavga halindeyim.
Belki de öğrencilik hayatımın nihayetlenmesinden sonra bende gelişen ayrı bir kaygı eşiği ne de olsa iş hayatımda onlarca sınava ve mülakata girdim ve işte kaygı eşiğimde yanıp sönen.
Sonra her şeyi elimin tersiyle itip ev kızı mutuna geçmiş olsam bile kitaplar hep yanı başımda olmuştur.
Başka bir yabanı dil daha öğrenmek adına Almanca ’ya merak sardığım bir süre çeviri ile ilgilendiğim ve aklınıza gelecek gelmeyecek her şey.
Bir yere varamadığıma inanmışken kendimi yazarken bulduğum.
Ve hayatımdaki inişler çıkışlar ve ben hala liseyi bitiremeyip üniversiteye girme hakkımın olmadığı ve de olmayacağına dair kâbuslarla içli dışlı iken.
Gerçi üniversitede okuduğum bölümü çok sevmedim ama onu da bir şekilde hallettim işte.
Belki de mazide kalan tüm sevdiğim arkadaşlarımın bana oynadıkları bir oyunu da hazmedemediğim içindir rüyalarımda beni terleten.
Hoşlandığım çocuğun adından bana yazılan bir aşk mektubu ve seneler sonra bu oyunun bir parçası olan dostum ağzındaki baklayı çıkarırken:
‘’O mektubu sana biz yazdık.’’
Düşünün…
Kalbime aldığım bunca arkadaşımın bana oynadıkları oyunu ve sahte sevgilerini hissedemediğim üstelik nasıl da eminken onların beni çok sevdiğine.
En sevdiğim yıllarım ve canım okulum.
Hep de gurur duyduğum ve canımı dişime takıp çalıştığım ve hakkımla diplomamı aldığım. Sadece bu işte.
Önceleri okulumun her önünden geçtiğimde içimi ısıtan o havayı artık hissedemiyorum üstüne üstük can dostumun da bu oyunun bir parçası olup saklandığına hala inanamazken.
İşin ilginci yazarken hissettiğim haletiruhiye de lisedeki Gülüm ile bire bir.
Yazmaya başladığım ilk gün açılan kapıdan içeri girdiğim ve işte lisedeki halime ışınlandığım.
Oysaki ben bin yaşındayım.
Oysaki ben sefil meslek hayatına sığdırdığım farklı mesleklerle ve işlerle bir şeyleri yarım bırakıp da…
Bingo.
İşte anahtar sözcük:
Yarım kalan her şey ve de hayallerim.
Emin olun ki ben hala aynı duygu ve düşüncelerle yazıyorum tıpkı lisedeki kimliğimi üstüme giyip de okuyucuyu ve hocalarımı gönlüme yerleştirmişken.
Aşk böyle bir şey işte…
Sebepsiz kolaylıkla sevebildiğim ve sorgulamadığım sevilip sevilmediğime dair.
Aslında yüzde yüz sorgulamıyorum diyemem ama coşkum da ruhum da aynı paralelde eşlik etmekte kalemime.
Ben liseyi bu gidişle asla bitiremeyeceğim üstüne eklediğim diplomaları da yok sayıp enginlerde coşkuyla yüzerken unuttum da hani yüzme bilmediğimi…
Rüyalarıma ve hayallerime hep sadık oldum ve tüm sevdiklerime de gerçi hayatın ve tüm insanların ban sadık olduğunu iddia edemem ama elimde olmadan seviyor ve yazıyorum ben ve elimde olmadan sık sık görüyorum o rüyayı bu gidişle de asla kurtulamadığım bir rüya işin ilginci uyandığımda dinç ve coşkulu uyanıyorum gördüğüm o rüyanın ertesinde ve bunda sizler o kadar çok pay sahibisiniz ki.
Yoklamada yerimi aldım işte.