Kamuda en kalabalık meslek grubu öğretmenliktir. 2024 yılı itibariyle 1,200 bin kadar öğretmen görev yapıyor ülkemizde.2023-2024 öğretim yılı baz alındığında, temel eğitim ve ortaöğretime devam eden öğrenci sayımız yaklaşık 19milyondur. Kabaca bir hesapla öğretmen-öğrenci oranına bakıldığında 1/15, yani her 15 öğrenciye bir öğretmen iyi bir orandır aslında. Buradan düz mantıkla bakıldığında ülkemizde öğretmen ihtiyacı olmadığı söylenebilir. Ancak çeşitli faktörlerden kaynaklı ülke çapında öğretmenleri dengeli dağıtamama sorunuyla karşı karşıyayız. Bunun ki temel nedeni var, bunlar;
“1.Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan “Eğitim Bölgeleri ve Eğitim Kurulları Yönergesi” ne göre, coğrafi, ulaşım, nüfus yoğunluğu, birbirine yakınlık vb. etkenlere göre oluşturulacak “Eğitim Bölgeleri”ndeki: “Kaynak Kullanımı: Eğitim bölgesi olarak belirlenen sınırlar içerisinde; insan gücünün, eğitim kurumlarının ve sosyal tesislerin fizikî kapasitesi ile eğitim araç ve gerecinin eğitim kurumu ayırımı yapılmaksızın bir program çerçevesinde etkili, verimli ve ortak kullanımı sağlanır.” Yani Eğitim Bölgesindeki her okula her branşınnormu verilmez, özellikle haftalık ders saati az olan branşlarda (A) okulundaki bir öğretmen (B) hatta (C) okullarında da ders okutur. Bir örnekle somutlaştırırsak; bir eğitim bölgesinde 5 okul olduğunu ve bu okullarda da toplam 20 saat Görsel Sanatlar dersi olduğunu varsayalım. Bu yönergeye göre bu eğitim bölgesindeki bir okula Görsel Sanatlar dersi öğretmeni verilir ve bu öğretmen bölgedeki toplam 20 saat dersi okutur. Çok doğru, kaynaklarımızın yerinde kullanımı için çok gerekli olan bu yönergenin gereği maalesef bazı yörelerimizde doğru yapılmamış, 2-3 eğitim bölgesi olması gereken bazı yerleşim yerleri, 10-15 farklı eğitim bölgelerine ayrılmışlar, buralardaki her okula haftada asgari 6 saat ders yükü bulunan tüm branşöğretmenlerinin normunun verilmesi sağlanarak kaynaklar heba edilmektedir. Bakanlığımız çıkarttığı yönergenin uygulamasındaki sıkıntıları da dikkatle izlemeli, yanlışlıklar düzeltilmelidir.
2. Bakanlığımızın Mevcut norm kadro yönetmeliğine (Meb.Eğitim Kurumları yönetici ve öğretmenlerinin norm kadrolarına ilişkin 16/6/2014 tarih ve 2014/6459 sayılı yönetmelik) göre okul öncesi ve ilkokullarda “10’ dan aşağı olmamak üzere açılan her şube için bir öğretmeni normu” verilmektedir.(Madde 15-16) Yönetmelikte, ana sınıfları hariç (ana sınıflarında şubedeki üst sınır 20 öğrenci) şubelerdeki üst öğrenci mevcudu sınırı belirlenmemiştir. Hal böyle olunca birçok fiziki kapasitesi yetersiz okullarda şube mevcutları 30-35’ i bulabilirken, derslik sıkıntısı bulunmayan bazı okullarda da her 10-12 öğrenci için ayrı şubeler açılabilmektedir. 10-12 kişilik şubeler ülke gerçekleri ile pek bağdaşmamakta, aynı bölgedeki bazı okullarda 30-35 kişilik, bazı okullarda da 10-12 kişilik şubelerin varlığı öğretmenler ve veliler arasında huzursuzluğa neden olabilmektedir.
Branş öğretmenliği normunda da haklı olarak haftalık ders saati belirlenmiş, haftalık toplam ders yükü a) 6-31 saate kadar 1, b) 31-42 saate kadar 2, c) 42’den fazla olması hâlinde her 21 saat için 1, branş öğretmeni normu verileceği yönetmelikte belirtilmiştir.(Madde:18) Burada da durum okul müdürünün inisiyatifinde gibidir. 32-33 kişilik bir sınıf tek şube de olabilir, 2-3 şubeye de ayrılabilir. 2-3 şubeye ayrılması demek okuldaki her branş için öğretmen normunu sanal olarak 2-3 karta çıkartmak demektir.
Görüldüğü gibi ülkemizde reel değil sanal bir öğretmen açığı bulunmakta, bunun sebebi de “Eğitim Bölgelerinin doğru oluşturulamaması, Norm kadro yönetmeliğinde, ikinci şubelerin oluşturulmasında makul sınır belirlenememiş olması nedeniyle bazı okul idarelerinin keyfi olarak şube sayılarını (dolayısıyla haftalık ders saatleri ve normlarını) çoğaltmaları sanal öğretmen açığına neden olmaktadır
Neler Yapılmalı?
Ülkemiz zengin ve çok gelişmiş bir ülke değildir. Avrupa Birliği ülkelerinin ortalama GSMG 40 bin Dolar civarında iken bu rakam ülkemizde son yıllarda daha yeni yeni 11 bin dolar seviyelerini görmüştür. Kıt ve sınırlı kaynaklarımızı en verimli ve en tasarruflu şekilde kullanmamız gerekir. Bu bağlamda;
1.”Eğitim Bölgeleri ve Eğitim kurulları Yönergesi”nde,” Eğitim bölgesi olarak belirlenen sınırlar içerisinde; insan gücünün, eğitim kurumlarının ve sosyal tesislerin fizikî kapasitesi ile eğitim araç ve gerecinin eğitim kurumu ayırımı yapılmaksızın bir program çerçevesinde etkili, verimli ve ortak kullanımı sağlanır” ifadesine ülke çapında işlerlik kazandırılmalı, eğitim bölgelerinin doğru tespit edilip edilmediği sürekli kontrol edilmeli, şartları uygun, birbirine yakın, ulaşım imkânına sahip mahalle ve köyler ayrı ayrıdeğil tek bir eğitim bölgesi olarak belirlenmeli, haftada 6 saat ders yüküne bir öğretmen normu verilmemelidir.
2.Norm kadro yönetmeliği tekrar gözden geçirilmeli, bir okuldaki normun azaltılıp çoğaltılması okul müdürünün inisiyatifinden alınmalı” ana sınıfları hariç, tüm okullarda öğrenci mevcudu 30’u geçmeyen sınıflarda 2.şubenin açılamayacağı” yönetmeliğe konulmalı ülke genelinde uygulama birliği oluşturulmalıdır.
Bunlar yapılabildiğinde, ülkemizde öğretmen eksikliğinin olmadığı görülecek, öğretmenler arası iş barışı sağlanmış, veliler arası şube mevcutları polemikleri asgariye indirilmiş olacaktır.
Atanamayan Öğretmen Sorunsalı
2024 yılında halen 500 bin kadar öğretmenin atama beklediği, popülist söylemle, 2024 yılında 500 bin atanamayan öğretmen bulunduğu vakıadır.
Ancak yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ülke genelinde doğru ve dengeli bir dağılım yapılabilse öğretmen ihtiyacının olmadığı görülür. Ancak bir milyondan fazla çalışanı bulunan öğretmenlik mesleği ile ilgili medyada yapılan bir haber, siyasilerin popülist söylemleri hep işe yaradığından “atanamayan öğretmen” tabiri çok doğru olmasa da sık sık kullanılmakta, kamuoyunun gündeminde hep yer edinmektedir.
“Atanamayan Öğretmen” tabiri doğru değildir;
1.Ülkemizde 200’den fazla üniversitede yüzlerce fakülte ve yüksekokul bulunmakta ve üniversitelerde toplam 7 milyon kadar öğrenci çeşitli alanlarda eğitim görmektedir. Ülkemizde üniversite eğitimi yurt, kredi, burs, beslenme vb. yollarla desteklenmekte ama üniversite diplomasına sahip olanlara iş garantisi verilmemektedir ki üniversite okuyan her öğrenci bunu baştan bilmekte bu şartları bilerek ve kabul ederek üniversiteyi okumaktadır. Bu cari uygulamaya göre devlet yeteri kadar üniversite açmakta, dezavantajlı öğrenciler için yurt, kredi vb. desteklerle fırsat eşitliği sağlamaya çaba sarf etmektedir. Üniversiteyi bitiren birey kişisel gelişim seviyesi, bilgi birikimi, yabancı dil bilgisi, vb. artılarıyla sınavlarda başarılı olmak kaydıyla belirlenen kontenjan sınırlılığı içerisinde kamuda işe başlayabilir.
2.Her sene kamuya öğretmen alımı yapıldığından, öğretmenlik bölümlerini bitiren üniversite mezunlarının atanma şansları devam etmektedir. Oysaki kamuya hemen hemen hiç alım yapılmayan başta, her yıl 30 bin kadar mezun veren İİBF(İktisat, İşletme, iş idaresi, Ekonomi, Ekonometri, ÇalışmaEkonomisi, Muhasebe ve Finansal Yönetim, Maliye, Yönetim Bilimleri, Kamu Yönetimi, Siyaset Bilimi, Uluslararasıİlişkiler) ve Gıda ve Ziraat başta olmak üzere birçokMühendislik, Sosyoloji, Arkeoloji mezunları gibi diğer birçokbölümden yıllarca ya mezunlarının yüzde birini bile bulmayançok az alım yapılmakta ya da hiç alım yapılmamaktadır.Medyada ve siyasi söylemlerde, medyatik ve popülist değeri öngörülmediğinden atanamayan bu bölümlerden pek bahsedilmez.
3. “Atamayacaktın niye üniversite/bölüm açtın” serzenişleri de, makul ve mantıklı olmayan, tamamen duygusal ve kışkırtıcı bir söylemdir. Zira şartlar, atanma ihtimalleri baştan bellidir. Üniversite öğrenci adayı, üniversite eğitimi öncesi yerleştiği/okuyacağı bölümün iyi analizini yapmalı, hobi amaçlı eğitim dışında, istihdam alanı olmayan bölümlerdeokumaktansa üniversite eğitimi yerine bir meslek öğrenmenin daha doğru olacağını asla unutmamalıdır.
4.Üniversite sınavına giren öğrencilerden ilk 750 binlere girenler 2 ya da 4 yıllık (ön lisans/lisans) bir bölüme yerleşebiliyorlar. Üniversitede istihdam sorunu yaşanmayan, Tıp, Eczacılık, Diş Hekimliği, İyi Mühendislikler, atama sıkıntısı olmayan öğretmenlik branşı bölümlerini okumak için üniversite sınavında ilk 50 binler sıralamasında olmak gerekmektedir. Biraz daha toleranslı düşünürsek üniversite sınavında ilk 100 bine giremeyen bir öğrencinin istihdam alanı olanı olan bir bölüm okuması imkânsızdır. Öğrenciler bunu bilerek, uzmanlara danışarak, doğru analizler yaparak üniversite okuyup okumamaya kendileri karar vermeliler, üniversite bitirdiklerinde, işsiz kaldıklarında başkalarını suçlamamalıdırlar.