Manavgat yangınından bihaber olanlarınız yoktur diye düşünmekteyim. Türkiye’nin büyük ve korkutucu yangını…
Biz yetişkinler ciddi derecede korktuk. Ya çocuklar? Acaba onların o küçük, sevgi dolu, o saf kalpleri nasıl da korkmuştur?
Bir düşünün lütfen!
Kim bilir, o minik masum gözleri, belki çok sevdiği "Pakize" bebeğin yanışını, belki de çok yakın arkadaşı "Sarıkız’ın" alevler içerisindeki çaresiz çırpınışını büyük bir korku ile izlemiştir.
Kimbilir belki, şefkatli annesinin ya da kahraman babasının sisler içerisindeki mücadelesine tanık olmuştur.
Zihninizde bir canlandırın lütfen!
Neler hissetmiştir o minik kalp!
Bu görüntülerin oluşturdukları pencereler, nasıl da korkunç gelmiştir o masum küçücük yüreklerine.
Belki de bu travma etkisi iledir, her helikopter gördüklerinde kalplerinin hızlı atışı..
Ya da,
Ufak bir duman gördüklerinde artık, gözlerinin kocaman korku ile bakıyor oluşları...
Korkuyorlar!
Tekrar, o korkunç, o sevdiklerine zarar veren, o alevlerin gelmesinden!
Sevdikleri oyuncaklarının, kıyafetlerinin tekrar yok olmasından!
Minik can arkadaşları, Sarıkız’ın, Pamuk’un, Karabaş’ın tekrar alevler içinde kalmasından korkuyorlar!
Manavgat’ın, evlerinin, tekrar yok olmasından,
Sokakta kalmaktan,
Her hangi bir can kaybını tekrar yaşamaktan korkuyorlar!
Geçtiğimiz günlerde, öğrencilerle birlikte, yangında en çok zarar gören "Kalemler Köyüne" ziyarette gittik. Hala dumanı tüten yanmış eşyaları görmek, içimizi acıtsa da, yanan ağaçların yerlerinde yeni filizlenen fidanları görmek, yeni yasam belirtilerine tanık olmak, çok kısa bir an, da olsa bizleri sevindirdi açıkcası.
İnsanın içi bildiginiz "UMUT" !
Bildiginiz, "yaşam kıpırtısı" o an!
Her ne kadar çok az filizlenen fidanlara rastlasak ta, yukarıdaki görüntüler hala çoğunlukta. Yangın sonrası ölüm sessizligi, hem orada ki doğada... hem oranın insanında... Hem de bizde.. Geziniyoruz yaşam mücadelesi içerisindeki doğanın içerisinde. Bu esna da, öğrencilerimden birinin minik masum dudaklarından şu cümleler dökülüverdi:
“ Öğretmenim! Acaba ağaçlar yanarken çok bağırmışlar mıdır? Hani onlar da, bizim gibi canlılar ya! Acaba canları çok yanmış mıdır onlarında? İnsanlar onların çığlıklarını, onların ağlamalarını duyabilselerdi, belki de yangın çıkarmazlardı değil mi? Acaba bizler ne zaman ağaçların seslerini duyabileceğiz?”
Ah yavrum benim!
Ah kuzum benim!
Diyemedim ki sana “Aslında yürekleri, vicdanları açık, temiz olmayanların kulakları hiçbir şey duyamaz.” diye. Çünkü senin o sevgi dolu dünyanda bu tahmin edilemez, anlaşılamaz bir durum!
Maalesef insanlar büyüdükçe vicdanları küçülüyor küçüğüm! Sana bunu nasıl ifade edebilirdim ki... Boğazımda ki kocaman yumru ile ne diyeceğimi bilemedim bir an! Gözlerimin önüne gelen bulutları gizleyerek,
“Belki de bunu sen yapabilirsin! Bize öyle bir icat oluştur ki, her canlının sesini duyabilelim.” diye cevap verdim.
Ey Çocuklar!
Ey Gençler!
Öyle bir cihaz oluşturun ki, her canlı sesini duyurabilsin! Duyabilsinler ki, yardıma ihtiyacı olduklarında yardım isteyebilsinler. Belki de bu sayede, vicdan sahibi biri yardımına koşabilir.
Her şey bitmeden!
Geç olmadan!
Bir "Manavgat" durumu ile daha, karşı karşıya kalmadan!
Evet!
Manavgat için geç kaldık ama bir daha "Manavgat"taki, acı durum ile karşı karşıya kalmamak, bir daha aynı acıyı çekmemek için,
Size,
Sizlere ihtiyacımız var çocuklar!
Ve sizlere ihtiyacımız var kahraman Gençler!
Korku ile değil, sevgi ve merhamet ile hareket eden, beyinlere ihtiyacımız var.
Korkuyu yenebilmek için sevgi, şefkat ve merhametli yüreklere ihtiyacımız var.
Özellikle de, bu duyguları unutmakta olan yetişkinlere hatırlatılmalı bu önemli duygular, çocuklar!
Biz yetişkinler ciddi derecede korktuk. Ya çocuklar? Acaba onların o küçük, sevgi dolu, o saf kalpleri nasıl da korkmuştur?
Bir düşünün lütfen!
Kim bilir, o minik masum gözleri, belki çok sevdiği "Pakize" bebeğin yanışını, belki de çok yakın arkadaşı "Sarıkız’ın" alevler içerisindeki çaresiz çırpınışını büyük bir korku ile izlemiştir.
Kimbilir belki, şefkatli annesinin ya da kahraman babasının sisler içerisindeki mücadelesine tanık olmuştur.
Zihninizde bir canlandırın lütfen!
Neler hissetmiştir o minik kalp!
Bu görüntülerin oluşturdukları pencereler, nasıl da korkunç gelmiştir o masum küçücük yüreklerine.
Belki de bu travma etkisi iledir, her helikopter gördüklerinde kalplerinin hızlı atışı..
Ya da,
Ufak bir duman gördüklerinde artık, gözlerinin kocaman korku ile bakıyor oluşları...
Korkuyorlar!
Tekrar, o korkunç, o sevdiklerine zarar veren, o alevlerin gelmesinden!
Sevdikleri oyuncaklarının, kıyafetlerinin tekrar yok olmasından!
Minik can arkadaşları, Sarıkız’ın, Pamuk’un, Karabaş’ın tekrar alevler içinde kalmasından korkuyorlar!
Manavgat’ın, evlerinin, tekrar yok olmasından,
Sokakta kalmaktan,
Her hangi bir can kaybını tekrar yaşamaktan korkuyorlar!
Geçtiğimiz günlerde, öğrencilerle birlikte, yangında en çok zarar gören "Kalemler Köyüne" ziyarette gittik. Hala dumanı tüten yanmış eşyaları görmek, içimizi acıtsa da, yanan ağaçların yerlerinde yeni filizlenen fidanları görmek, yeni yasam belirtilerine tanık olmak, çok kısa bir an, da olsa bizleri sevindirdi açıkcası.
İnsanın içi bildiginiz "UMUT" !
Bildiginiz, "yaşam kıpırtısı" o an!
Her ne kadar çok az filizlenen fidanlara rastlasak ta, yukarıdaki görüntüler hala çoğunlukta. Yangın sonrası ölüm sessizligi, hem orada ki doğada... hem oranın insanında... Hem de bizde.. Geziniyoruz yaşam mücadelesi içerisindeki doğanın içerisinde. Bu esna da, öğrencilerimden birinin minik masum dudaklarından şu cümleler dökülüverdi:
“ Öğretmenim! Acaba ağaçlar yanarken çok bağırmışlar mıdır? Hani onlar da, bizim gibi canlılar ya! Acaba canları çok yanmış mıdır onlarında? İnsanlar onların çığlıklarını, onların ağlamalarını duyabilselerdi, belki de yangın çıkarmazlardı değil mi? Acaba bizler ne zaman ağaçların seslerini duyabileceğiz?”
Ah yavrum benim!
Ah kuzum benim!
Diyemedim ki sana “Aslında yürekleri, vicdanları açık, temiz olmayanların kulakları hiçbir şey duyamaz.” diye. Çünkü senin o sevgi dolu dünyanda bu tahmin edilemez, anlaşılamaz bir durum!
Maalesef insanlar büyüdükçe vicdanları küçülüyor küçüğüm! Sana bunu nasıl ifade edebilirdim ki... Boğazımda ki kocaman yumru ile ne diyeceğimi bilemedim bir an! Gözlerimin önüne gelen bulutları gizleyerek,
“Belki de bunu sen yapabilirsin! Bize öyle bir icat oluştur ki, her canlının sesini duyabilelim.” diye cevap verdim.
Ey Çocuklar!
Ey Gençler!
Öyle bir cihaz oluşturun ki, her canlı sesini duyurabilsin! Duyabilsinler ki, yardıma ihtiyacı olduklarında yardım isteyebilsinler. Belki de bu sayede, vicdan sahibi biri yardımına koşabilir.
Her şey bitmeden!
Geç olmadan!
Bir "Manavgat" durumu ile daha, karşı karşıya kalmadan!
Evet!
Manavgat için geç kaldık ama bir daha "Manavgat"taki, acı durum ile karşı karşıya kalmamak, bir daha aynı acıyı çekmemek için,
Size,
Sizlere ihtiyacımız var çocuklar!
Ve sizlere ihtiyacımız var kahraman Gençler!
Korku ile değil, sevgi ve merhamet ile hareket eden, beyinlere ihtiyacımız var.
Korkuyu yenebilmek için sevgi, şefkat ve merhametli yüreklere ihtiyacımız var.
Özellikle de, bu duyguları unutmakta olan yetişkinlere hatırlatılmalı bu önemli duygular, çocuklar!
Sevgi, şefkat...
Ve pek tabiki, arkadaşlarımıza, anne - babalarımıza yangından korkmayı değil, onu önlemeyi, küllerin içinden korkunun değil, UMUDUN ve ŞEFKATİN çıkmasını anlatmalıyız.
Bu aşamada, biz yetişkinlere çok daha fazla görev düşmekte elbette ki. Çocuklara liderlik edebilmeli ki, bu muhteşem çocuklar en zor anlardan bir kahraman gibi başarıya koşsunlar..
Şimdi, tıpkı, Pandoranın kutusunda ki son kalan umut misali
Mustafa Kemal Atatürk’ ün gençlere olan o sonsuz inancı misali
İçimde sizlere dair muazzam bir umut ve inançla, yazımı su cümleler ile noktalamak istiyorum.
Gençler!
Çocuklar!
Ne olur, büyüdükçe içinizdeki merhamet ve umudunuzu sakın ola ki kaybetmeyin! Sıkıca sarılın o içinizdeki merhamete...
O umuda!
Etrafınızdaki bütün yetişkinlere örnek olun ! Yoksa bu Dünya çok daha kötü olacak! Bu dünyayı güzelleştiren, bilin ki sadece sizlersiniz. Sizleri de kaybedersek, bu Dünya da tıpkı Manavgat yangını gibi simsiyah olur.
Yeşiliyle, mavisiyle, doğal harikalarıyla güzel gezegenimiz, simsiyah ve de korku içinde olur.
Merhametin, sevginin ve umut ışığının temsilcisi olan
Çocuklar!
Gençler!
Sizler bizim, yemyeşil ağaclarımız, nefesimiz, yaşama devam edebilme sebeblerimizsiniz.
Kendinizin içinde ki, umudu, şefkati, sevgiyi ve merhameti lütfen ama lütfen daima yaşatın!
Merhamedin, koşulsuz sevginin ve umudun biz yetişkinlerin içinde de tıpkı yanan ağaçların diplerinde yeşeren filizler gibi tekrardan yeşermesi, ümidi ile…
Tekrardan görüşmek üzere…
Şimdi, tıpkı, Pandoranın kutusunda ki son kalan umut misali
Mustafa Kemal Atatürk’ ün gençlere olan o sonsuz inancı misali
İçimde sizlere dair muazzam bir umut ve inançla, yazımı su cümleler ile noktalamak istiyorum.
Gençler!
Çocuklar!
Ne olur, büyüdükçe içinizdeki merhamet ve umudunuzu sakın ola ki kaybetmeyin! Sıkıca sarılın o içinizdeki merhamete...
O umuda!
Etrafınızdaki bütün yetişkinlere örnek olun ! Yoksa bu Dünya çok daha kötü olacak! Bu dünyayı güzelleştiren, bilin ki sadece sizlersiniz. Sizleri de kaybedersek, bu Dünya da tıpkı Manavgat yangını gibi simsiyah olur.
Yeşiliyle, mavisiyle, doğal harikalarıyla güzel gezegenimiz, simsiyah ve de korku içinde olur.
Merhametin, sevginin ve umut ışığının temsilcisi olan
Çocuklar!
Gençler!
Sizler bizim, yemyeşil ağaclarımız, nefesimiz, yaşama devam edebilme sebeblerimizsiniz.
Kendinizin içinde ki, umudu, şefkati, sevgiyi ve merhameti lütfen ama lütfen daima yaşatın!
Merhamedin, koşulsuz sevginin ve umudun biz yetişkinlerin içinde de tıpkı yanan ağaçların diplerinde yeşeren filizler gibi tekrardan yeşermesi, ümidi ile…
Tekrardan görüşmek üzere…