Bense bu öğrenme düşmanı dostlarıma karşı her zaman hazırlıklı olmam gerektiğini defalarca tecrübe etmiştim. Zira yeni bir maceraya yelken açmaya hazırlanıyordum ve benzer bir durumla karşılaşma ihtimalim yüksekti. Elime bağlamayı aldım, yıllardır kış uykusundaki merakımı uyandırıp derslere başladım. Bana yine yaşımı hatırlatanlara cevabımı başka bir atasözüyle verecektim:
“Öğrenmenin yaşı olmaz!”
Sevgili hocam son dersimizde bana çalışacağım yeni türküyü verdi:
Önce defalarca solfej yaptım:
“La, Si, Do, Re – Do, Re, Re, Re – Do, Re, Re, Re – Do, Si…”
Sonra da otuz beş kere çala söyleye ancak icra edebildim.
“Süt içtim dilim yandı, amanın amanın
Döküldü kilim yandı kız sana hayranım…”
Detone metone! Birçoğumuzun aşina olduğu bu türküyüçalabilmem (hele bu yaştan sonra) insanlık adına küçük,benim içinse büyük bir adımdı doğrusu. Bu güzel anı geride bıraktığımız bayramın tek güzel hatırası olarak uzun süreli belleğimde saklayacağım. Diyabet hastası küçük bir çocuğabayramda yemesi için sunulmuş tek şeker hakkı gibi düşününve mazur görün bu sevincimi.
Türkünün sözleri aklıma “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.” atasözünü getirdi. Sonra da ortaokulda bir öğretmenimin kara tahtaya “Bir gram tedbir, bir kilo çaredeniyidir.” diye yazdığı anı hatırladım. Ne çok beğenmiştim bu İngiliz atasözünü. Sonradan anladım ki sütü üfleyerek içseymişiz, hacet olmayacakmış yoğurt yerken bunca nefesi tüketmeye. Biz sütten ağzı yananlar örgütlenip küçük küçük üfledik de yoğurda, öyle koptu büyük fırtına.
Çok değil birkaç gün önceydi. “Boykot var ne diyorsun?” dediler. Önemli bir mesele dedim. Nihayetinde bir günboyunca bakkala, markete fırına gitmedik. İnternetten alışveriş yapmadık ve inanır mısınız ölmedik. Evet evet iyi ya da kötü hala yaşıyoruz. Sizi bilmem ama ben acayip huzurlu ve özgür hissettim. Hayatın içinde her an maruz kaldığımız onu al, şunu al, bunu da al dayatmasıyla ruhumuzu esir alan sermayenin en azından bir günlüğüne kölesi olmadık. Dilerim 1440 dakika boyunca göstermiş olduğumuz bu irade çılgınca tüketmeye kurgulandığımız ve aslında kendimizi tükettiğimiz bu çok zararlı toplumsal alışkanlığımızı değiştirmenin ilk adımı olur. İsterim ki bu hareket ihtiyacımız kadarını tüketip hep birlikte daha çok üretmek adına bir uyanış, halkın yanında durmayanlaraysa tokat gibi bir cevap olsun. Temennim gerçekleşirse bunun adı tek kelimeyle devrim olur. Cümle içinde geçen “devrim” sözcüğüne bir açıklık getireyim de “RTÜK” amcalar ve ablalar sansürü yapıştırmasınlar. Tüketim alışkanlıklarımız ve nereden, kimlerden ürün/hizmet aldığımız yönündeki tercihlerimiz konusunda bireyselden toplumsala uzanan aklınıza gelebilecek her türlü değişimden bahsediyorum. Konuyu biraz daha açtım ki durduk yere sonraki bayramı içeride karşılayıp bu günlerde orada on sekizlere, on dokuzlara kadar düşen yaş ortalamasını birden yükseltmeyelim. Hele ikinci üniversiteyi okumak, yüksek lisans yapmak gibi taze hedefler belirlemişken. Evet biraz daha büyüğünce ODTÜ’de okumak istiyorum! Bölümünhiçbir önemi yok. Dekanın, rektörün, bölüm başkanının hatta hocaların kim olacağı da ilgi alanıma girmiyor. O pırıl pırıl gençlerin yanında olmak bana yeter. Onlardan öğrenecek çok şey var.
Söyleyeceklerimi tamamlayıp tam veda edecekken “HOŞÇAKAL” diyerek aramızdan ayrılan “Şair Ceketli Çocuk” Kazım Koyuncu’yu hatırladım. Tabi sonra da yeni komşularını. Halkın sanatçısı Edip Akbayram ile son sözleri“Yaşasın bilim, yaşasın sanat, yaşasın kadın, yaşasın kültür, yaşasın Mustafa Kemal’in devrimci ışığı” olan aydın sanatçımız Volkan konak düştü aklıma. Bu güzel insanlar iyi ki geçtiler hayatımızdan.
Unutmadan şu mektubu posta güvercinime vereyim de sahibine uçursun:
Sayın TRT,
Birbirimizden pek haz etmiyoruz belli ama son günlerdeki tavırların yenilir yutulur cinsten değil. Hadi beni seyirci listenden çıkar da resmen ayıralım yollarımızı. Yalnız tazminat isteme gücenirim bak. Yıllarca benden aldığın vergilere say ödeşelim.
Kestane kebap-yemesi sevap-acele cevap,
Büyüklerin ellerinden-küçüklerin gözlerinden,
Amanın-ammanın…